İnsan bir emr-i Rabbani'dir, bir sırrı Rahmâni'dir, bir ruhu sultanidir. Kün emri ile var olmuştur.
Allah-ü Teâlâ insanı toprak, hava, ateş ve su unsurundan yarattı. İnsanın cesedi tamamen teşekkül edince, Allah (C.C.) ruhu üfürdü. Bu üfürülmede kusurlu nefs ile kemali ruh latifelerle birlikte üfürüldüler.
Beden terbiyesi Cibril hadisinde beyan olmuştur. Yani iman, islâm mertebesini bilerek, her bir ibadeti yerli yerinde tâdili erkânına riayet ederek yerine getirmekle beden terbiyesi yapılmış olur. Ancak bedeni terbiye etmekle insan, vücudunda bulunan Anasiri erba dediğimiz dört unsur ve nefsi nâtıkayı terbiye eder. Bunların terbiyesi ruhaniyete açılan ilk kapı ve yoldur. Bunlarsız ruhaniyete geçme imkânı yoktur. Bunun için Muceddidi Elfi-Sâni ve İmamı Rabbani (K.S.) Hz. Peygamber (A.S.V.) 'e ittiba etmeyi her sözüne imam kılmıştır. Meselâ, gaib âleminden inen feyzi ilahi evvelâ, ruha, ondan kalbe, ondan nefse, ondan dimağa(beyin) gelir. Dimağdan da kalıbın her cüzüne dağılır. Sonra kalıp kuvvet bulur. Bakınız, ağacı budarken dallarından budayıp terbiye ederler.Üzüm ağacına ne kadar güzel bakıp, budarsanız, o kadar güzel üzüm elde edersiniz. Beden de böyledir. Bedeni ne kadar güzel terbiye ederseniz, kalb o kadar feizyab olur. Feyzi ilâhiye her insana gelir. Eğer insanın kalıp ve bedeni sâlih ise nûrani olur. Değilse zulmani olarak bu maddî âlemde kemiyet ve keyfiyet bulur. Zulmani olduğundan fenalıktan bunalım olur. Bu hâl kalbte bunalım olarak görülür. Bundan ruha keder gelir, ayrıca kalbe de sirâyet eder. Bu hallerden sonra artık kalb nefsten gelen bunalıma düşer ve onlarla uğraşır. Böylece ruhtan habersiz kalır.
İnsan düşmanı ile çarpıştığı zaman dostunu görmez. Şeyhul Ekber böyle hale hicab etmiştir. Bu hicab ne kadar kalın olursa o kadar kalp, ruhtan uzak olur. Ne kadar uzakta olursa ruhta gaib âleminden ayrı olur. Fenâ âlem bedende çoğaldıkça ruh ondan müteessir olur. Nihayet tamamen gaib âleminde ayrı olarak mahrum kalır. Ruh ne kadar gaib âleminden ayrılıp uzak düşerse beden de o kadar maddî âlemine mey leder. Nefsi emmâre ona sarılır. Onu ve kalbi, esfel-i sâfiline çeker. Öyle bir hâle gelir ki:
«Onlar sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler, artık onlar dönmezler»
م بكم عمي فهم لا يرجعونم
âyeti ile tarif edilen kişiler olurlar. (Bakara 2. 18). Artık hitabı ilâhiyi duymayıp, Allah ve Resûlünün kelâmını okumazlar. Allahü Teâlâ'nın eseri olan bu kâinatı görmeyip, ahseni takvim sırrına vakıf olmak için geri dönmezler. En kötü sıfat ve hâle girerler. Böyleleri için umulur ki bir şeyhi kâmil-i mercûnun sohbeti onların dönüşlerine vesile ola. Durum böyle olunca müctehidi kiram, ulema-i islâm, evliyayı Azam en çok bedeni Aleme önem verirler. Mesela namaz huşu ile kılınırsa kabûle şâyândır, huşusuz kılınan namaz ibadet değil adet olur. Huşunun meydana gelmesine sebep olan vesile tâdil-i erkân'dır. Bundan mütevellid tadili erkâna önem verirler.Ta dili erkân huşu ile kuvvet bulur. Meselâ; daima dış içe inkılâb eder. Çok az rastlanır ki iç dışa inkilab eder. Bakınız sakallı bir kişi ehli fiska ittiba edip namazı bırakamaz. Ama kalbi temiz bir insan sakalı olmasa olur ki kolayca nefsi arzulara teslim olabilir. Ve böyle misallerden anlaşıldığı gibi kıyafetin zahiri kalbi hayaya celbeder.
Peygamber (S.A.V.) şöyle buyuruyor: «Halktan utanmayan Halik'tan utanmaz.»
Netice olarak şöyle diyebiliriz: Beden ne kadar şer'i şerife uygun olursa ibadet de o kadar âdetten uzaklaşır. İbâdet ne kadar saf ve temiz olursa, feyz-i ilâhî o kadar kalbe iniş yapar. Namaz, oruç, zekât, hac, hüsn-ü muâmele, hüsn-ü muâşeret hepsi beden terbiyesine bağlıdır. Beden nasıl ise kalb de böyledir. Kalb de ruhu gösterir. Bir insanın bedeni nasıl ise ruhu da öyledir. Melek veya Şeytandır. Kuzu ile oğlak birbirine benzer mi? Gayretle çalışıp saadeti elde etmek lazım.
Şöyle de diyebiliriz: Şerîat beden, târikat kalb, hakikat ruh, mârifet ise bunların müşahedesidir.