NEFS
Şah-ı Hazne (K.S.) bize bir gün şöyle sohbet yaptı: İnsanın nefsi faydalı olanı defeder, zararlı olanı ise celbeder. Kalb ise onun zıddını ister. Fakat sûreten gizli olan nefs, gizli gizli bir çok hileler yapar. Hadis-i şerif'te nefs için,«iki kürek kemiği arasında gizlenmiştir» diyerek nefsin hilesini, düşmanlığını beyan eder. Demek oluyor ki, nefsin düşmanlığı ve hilesi, şeriatı inkâr eden kâfir, inanmayan münafık ve hayatına uygulamayan fâsıktan daha tehlikelidir. Gerçek olan şudur ki, nefsin sıfatı, bütünlüğü emretmektir. Bu nefsi kötü sıfatından çıkarıp, itminan ve sükûnet sıfatına yöneltmek gerekir. Çünkü bu nefs, islah olmayınca mârifetin ne olduğunu bilmez. Nasıl ki, hastalıktan mütevellit yediği şeylerden acı gelirse, öylece nefise de ilâhi kitaplar ve emirler acı gelir. İtminan derecesine çıktığı an nefs sıhhat bulur. Sıhhat bulduğu an kendi kendisini muhafaza eder. Bu sayede Allah'ın mârifeti ona görünmeye başlar.  
Nefs terbiye olup bu saadet ona geldiği zaman sahibi mü'min, kâmil ve salih olur. Ahirette ise sâid olur, nefsi emmâre kalbin kapısında bir bekçi gibi, kalbin alt tarafında buhardan bir cismi lâtiftir. Kalbin şekli çam kozalağı gibidir. Aynı şekilde ağzı da üç taraflıdır. Bazen nefs sol kürek kemiğinin alt kısmında gizlenir. Ulema bu nefse ruh-u hayvânî derler. Bu kötü ahlâkın menşei bu nefs'dir. Onun hükmü bütün bedeni kaplar. Yalnız şu var ki, aslı âlem-i bekâdan olması münasebetiyle, bedenden ayrılmasıyla fenâ bulmaz. Aynı nefs hayvanlarda da bulunur. Yalnız hayvanların nefsi beka âlemiyle ilgili olmadığı için âhirette fenâ olup toprağa karışır. İnsanda bulunan nefs ise böyle değildir. Bedenden ayrıldıktan sonra haşirde yok olmaz, gideceği en son menzil ya Cennettir ya da Cehennemdir. Kulun bu dünyadaki vazifesi nefsini Cehenneme düşmekten kurtarıp, Cennet'e girmesi için çalışmaktır.
 Nefs, hayvani bir kuvvettir. Bu hayvani kuvveti idare eden, his ve hareket ise  hamil bir latifedir. Bazı kişiler nefs buhardan bir cevherdir, dedi. Felsefeciler ise rûh-u  hayvanî derler. Nefs ilk defa şöhret ve şehveti emreder. İnsanın kalbine hayvani huylar  verir. Makami sufli'dir. Onun için insanın kalbini aşağı çeker. Bütün fenalıklar nefse   nisbet edilir. Kalb melekleşmeye, nefs ise hayvanlaşmaya meyleder. İnsanın esas  vazifesi şer-i şerifi tahlil etmektir. Nefsin vazifesi, hayvani ve fena ahlakı terk ederek  mücahede ile terbiye olup, güzel ahlakla ahlaklanmaktır.  Nefsin zâtı ve maddesi değişmez, lâkin sıfatı terbiye olup değişir.  Meselâ, Hz. Ömer (R.A.) islâmdan önce cehâlet döneminde kızlarını  diri diri toprağa gömerdi. İslâmı kabul ettikten sonra aynı Ömer, halîfe  olmasına rağmen sırtına çuval yükleyerek, fakirlerin evlerine kadar ihtiyaç maddelerini taşımıştır. Her iki Ömer de aynıdır, sıfatları değişmiştir, zâtı ise aynıdır.  Nefs zikir ve riyazetle terbiye olur, Râdiye ve Merdiye makâmina çıkar. Sonra her hayrın membaı ve menşei olur. Şeriate teslim olan kendisi hakkında delil bile arayamaz.  
Bakınız, nefs-i emmârenin iki yüzü vardır. Bunlardan birisine heva, değerine gazab denir.  Nefsi emmâre'nin hevâ yüzü; hırsı, cimriliği, tûl-û emeli, dünya sevgisini ve böyle sıfatları meydana getirir.Nefsi emmarenin gazab sıfatı ise; kibiri, benliği, kin, hased gibi sıfatları emreder. Bu iki sıfatta nefsin arkadaşıdır. Binaenaleyh nefs heva sıfatıyla menfeatı celb ve cem eder. Gazab sıfatıyla da kendisinden zararı müdafaa eder. Halbuki zararları müdafaa edip menfeati veren Allah'tır. «Allah'ın verdiğine engel yoktur, men ettiğini veren yoktur.»  Bakınız, Gazali gibi bazı meşayıh nefsin sıfatının değişeceğini, Muhyiddin-i Arabi gibiler ise nefsin yok olup fena bulacağını tarif etmişlerdir. Benim kanaatim de Gazâli'ninki gibidir. Zira nefsin tamamen yok olması nakstır. Ancak her iki sıfatın yok olması kemâle varmaya engeldir.  Nefsin, zât ve maddesi yok olmaz. Değişen nefsin sıfatıdır. Yok olur demekle kastedilen mânâ sıfatı değişir demektir.  Demek istiyorum ki, sâlikin vazifesi, nefsini bu iki kuvvetle çalıştırmakla beraber, fena ahlâkını iyi ahlâkla tebdil etmesi gerekir. Meselâ, hevâ sifatini muhabbet-i ilâhiye, şehveti iffete, hırsı gayrete çevirmek gerekir. Gazab sıfatını şecaate, kibri sükûnet ve vakâra, elbudu fillâh hasedi gıbtaya değiştirmek gerekir. Böylece fena ahlâkı, güzel ahlâka tebdil etmek gerekir. İyilik ve fenalığı muhasebe yapın tâ ki nefs kemâliyeti bulsun. Nefsin kemâli ise itminân ve sükûnettir. Zıddı ise emmareliktir. Nefs-i mutmainne âlâ-i illiyinde, nefsi emmâre ise esfeli sâfilindendir. Hakikatte insanın nefsi ahsen-i takvim olarak yaratılmıştır. Sonra nefs esfeli sâfiline düşmüştür. Nefsi esfel-i sâfilîne düşen kişilerin vazifesi tekrar nefsini ahsen-i takvîme yükseltmektir. Bakınız Tîn sûresinde ne buyuruluyor «Biz insanı en güzel surette yarattık.»  
Fiiller, ameller ve ahlâkın hepsi nefste merkezleşmiştir, kalpte ise gizlenmiştir. Bunların hepsi bâtini kuvvetdir. Kalb ve nefsten çıkan her amel huy ve hareketler mânâ âleminde canlı birer sûrettir. Bunlar muhtelif şekil ve suretlerde bulunur. Güzel fill, sâlih amel ve temiz ahlâkın süreti nûranî, fenalarınki ise zulmâni'dir. Her insan kapasitesine göre, rüya âleminde bunların bir kısmını müşahede eder. Ehli irşad olan meşayih bunları uyanık iken de görüp müşahede ederler. Biz şerîat neyi emrediyorsa onu yapmakla mükellefiz.
Tarihe baktığımızda kendilerinin ilâh olmadığını bildikleri halde ilâhlık dâvasına kalkışanların olduğunu görürüz. Firavun, Şeddat vb. kişiler yalnız nefislerinin esiri oldukları için böyle davranmışlardır. İnsanın gayesi Allah'ın emirlerini yapıp, nefis ve şeytanın hilelerine kapılmamak, onlarla mücadele etmek olmalıdır. Allah-u Teâlâ Kur'an-ı Kerim'de  لا يكلف الله نفسا الا وسعها  «Allah bir nefse gücünün yetmediğini teklif etmez.» buyuruyor. (Bakara: 286)   Öyle ise insanın nefs ve şeytanın emirlerini yapmamaya gücü yeter.Gerçi İmam-ı Rabbâni ve Abdulkadir-i Geylânî gibi olamaz amma kendi çapında islah-ı nefs eder.   nefsi ona gâlip olamaz. Böyle kimse hâlis olup, şeytanın vesvesesinden kurtulur. Artık nefsi ona galip olamaz.  Nefsini islah edip benliğinden sıyrılan kimse Allah tarafından sevilir. Nakşibendi sâdâtı hep bu hâl üzeredir. Insan mâsivayı terk edip, Allah'ı bilmenin verdiği fakriyet üzere olmalıdır. Çünkü Rabbü'l Alemin bu hal üzere olanları sever  İnsanın yaratılışta güzel olan letaifleri nefsin onlara galip gelmesiyle asli değerlerini yitirirler. Sâdât-ı Nakşibendî'nin nisbeti ihlâs ve teslimiyet sahibi olup nefsini islah etmiş kişilerin üzerine olur.  
 İnsan, son nefesine kadar, nefsini kontrol etmelidir. Çünkü nefis her an insanın zayıf ânını bekler. Nefsin arzusu, insanı îmânsız olarak yaşatıp o hâl üzre öldürmektir.  Suya atılan bir taşı ağırlığının dibe indirmesi gibi, nefis de insanı aşağıların en aşağısına indirir.  ان النفس لأمارة بالسوء  «Muhakkak nefis kötülüğü emredicidir.» (Yusuf sûresi, âyet 53)   Bilinmelidirki Allah'ın emirlerine muhalif olan her şey nefis ve şeytandandır. Kişinin kemâle ermesi kendisini tanımasıyla olur. Allah dostlarından birisinin canı soğuk su içmek ister, kırk yıl mücadele etmek suretiyle yalnız sıcak su içer.  Gerçek şudur ki, insan nefsini düşünüp severse,Allah için nefsini islah eder. Fakirlik ve acziyetini anlayıp Ümmeti Muhammed içerisinde kendisini en edna kişi görür. Peygamber (S.A.V.) bir duâsında şöyle buyurur:  قد افلح من زكيها وقد خاب من د سيها  «Ey Allah'ım... Beni kendi gözümde küçük, insanların gözünde büyük kıl!» (Fethu'l-Kadir, cilt 2 No: 1479).  Peygamber (A.S.) dahî kendi mevcûdiyetini görmemek için Allah'a sığınmaktadır. Başkalarının kendisini büyük görmelerini istemesi, davetinin kabul görmesi içindir.
Kişi kendi nefsinin esiri oldukça başarısızdır. Rabbine yakın olamaz, ancak nefsini ıslah ederse Rabbine kavuşur.
Nefis o kadar zordur ki şeytandan daha şedittir. Şeytana bir dua, bir ayet okusan kaçar, defolur gider. Fakat nefse ne yaparsan yap, nefis seninle beraberdir. Nefsinize çok dikkat etmeniz lazımdır. Nefsi yenmek için çokça ibadet etmeye devam etmeniz lazımdır.