RUH
Allah-ü Teâlâ insanı toprak, hava, ateş ve su unsurundan yarattı. İnsanın cesedi tamamen teşekkül edince,Allah (C.C.) ruhu üfürdü.Bu üfürülmede kusurlu nefs ile kemali ruh latifelerle birlikte üfürül düler.Henüz daha üfürülme esnasında iken ruh latifelerle beraber son derece Rab'bını severler. Alemlerine meyilli oldukları halde kabloları döşenmiş maddelerden mürekkep, et ve kemik bedenine girdiler. Bu âlemle hiç bir nisbetleri olmadığı halde nefse bedene girip latife olarak birleştiler. Ne fayda ki nefs ve ruh latifesi birbirini bulunca istemeyerek aralarına sevgi girdi, ruh asli vatanına olan meylini unuttu. Fakat bununla beraber tüm istek ve arzuları emir alemidir. Asli vatanına âşık ve iştiyaklı idi. Alemi emir(Arştan başlayıp, Allah Teala'nın zatına kadar devam eden manevi alemdir) den olan ruh askerleriyle, madde alemi(yeryüzünden başlayıp arşa kadar devam eden halk alemidir) nden olan nefs, hava, su, toprak ve ateş latifeleriyle birbirinin içine girip bulaştılar. Bir bardak suya birkaç şeker erittikten sonra üstüne demli çay koyduğumuzda tatlı su altda şerbet, çay diye tarif ettiğimiz renkli su üstte, bardağın ağzını kapatıp hava almaz şekilde evirip çevirdiğimizde tatlı su daima altta, acı su üstte. Az bir hava veya kaşık girdiği vakit her biri diğerinde mezc olur, bir olur birleşir. Nefs ve ruh da yardımcılarıyla beraber böylece oldular. Bu karışımdan sonra eğer nefs; ruh ve latifelere galebe ederse ruh hizmetçi olur. Aksi takdirde nefs ruha hizmetçi olur. Lâkin şehvet, hava gibi, gazab kaşık gibi, fâsık ve âsilerin telkinleri  evirme çevirme gibi, bedeni letafetinden değiştirirler. Yeni görülen vatan her ne kadar çirkin ise de onu yeni olarak görmek asli vatanın güzelliğini unutturur. Ruh unuttuktan sonra keyfe, lezzete dalar. Her nurani beş latife birlikte yükselmezler, git gide dünyanın zindanına ve zindanın içindeki kafeste kalırlar. Kendileri madde alemini terk edemezler. Nefs hiç bir fenalıkta bulunmazsa, ruh hiç bir iyilikte bulunmazsa ölünceye kadar mücerred iman makamında kalır. İnsan; nefsinin fenalıklarından ateşte ebedi ve muvakkat olarak kalır. Ruhun iyiliğinden dolayı da ateşten kurtulur,ebedî olarak Cenneti kazanır.  Latifelerin nefsden ayrılması için bir «şeyhi mercu'» «bir piri meğane» ye ihtiyaç vardır. Şeyhi mercu' himmetiyle celâl zikrini telkin eder. Nefsi tedavi eder. Onu kuvvetten düşürücü ilâçlarla mağlup eder. Latifelere de kuvvetli ilaç vermekle tedavi eder. Sesiyle, nefesiyle, bakışıyla asli vatandan bahseder. Dilsiz dilsizle konuştuğu gibi üstadı kâmil gizli gizli, dilsiz dilsiz latifelerle konuşur. Şahı Hazne (K.S) nereli olduklarını onlara hatırlatır. Gizli olan nefs ve hilesinden; daha gizli, yüksekte, latifelere işaret eder, gelin, der. Ruhla birlikte nurani latifeler peşine düşerler, asıllarına rücû ederler.  Kalb latifesi; toprak mukabilindedir. Tabiatı tevanidir. Sır latifesi; ateş mukabilindedir. Tabiatı hiddet ve gazaptır. Hafî; su mukabilindedir. Suyun rengi yoktur, yani sahibi nifaktır. Ahfâ ; hava mukabilindedir, havanın tabiati kibirliliktir. Bunlar hepsi noksanlıktır, nefsi emmarenin sıfatlarıdır. Şahı Hazne gibi mürşidi kâmil, sâlikini kibirden, nifaktan, hiddet ve gazabtan, tembellik ve tevani'den tedricen temizler.Bu temizlemenin uzun zaman alacağı sorulduğu vakit Mevlânâ'nın (K.S.) şu beytini  okudular:  «Bir denizi bir testiye boşaltsan, yine bir günlük kısmetini alacak» demekle tarifine devam ettiler.  Mürşidi kâmil münasib gördüğü zaman çokluk azlık söz konusu olmaksızın istediği kadar zikri telkin eder. Kibir ve hiddetin zevaliyle; ahfâ, nifak ve riyanın zevaliyle; hafî, hiddet ve gazabın zevaliyle; sır, gevşeklik ve tevaninin zevaliyle; kalb latifesi uruç eder. En çok müridin miracı namazda olur. Kalb; sabırla meşakkatlara tahammül, şer'i gayret, tevazu, halka ihtiyaçsızlık ve sair güzel ahlâklarla (vasıflanır,) Kalb, sır, hafî ve ahfâ kalb makamına kadar yükselirler. Nefse sevgilerini, iştiyak ve arzularını terk ederler. Bir taraftan bunlar kalb makamına yükselirler. Diğer taraftan nefs gizli hileleriyle onları indirir. Bir miktar da böyle devam edilir.  Mürşid himmet eder, nefse zehirli ilâçlarını verir, kuvvetten düşer. Latifeler arşın fevkinde olan kalb makamına yükselince, artık nefs de yükselmeye başlar. Ama artık onlar nefse itaat etmezler. Onlar itaat etmeyince ruh, nefsin içinden yüzerek sıyrılır. Artık o da ondan ayrılır, makamına yükselir. Nefse temkin gelir. Natıkalıktan radiye ve merdiyeye döner. Tekrar latifeler ona hizmetçi olurlar. Temkin makaminda nefs beşeriyete döner. Bu makamdan dönen sâlik şeriatten başkasıyla amel etmez. Amele başlamadan evvel ilmi kuvveti ne kadar fazla ise, dönüşten sonra amel kuvveti ve tasarruf gücü o kadar fazla olur.   Sır kalbin nûrudur. Ruh ise emr âlemindedir, nûru melekut âleminden alır. Cenab-ı Allah'ın, Hayyum ve Kayyum isminin tecelliyatıdır. Ruhi insanî ise bu tecellilerle kaimdir. İnsan madde yönünün dışında, manevi her ne varsa ruha izâfedir. İnsanın yaratılış ve ayakta duruşu, yaşayışı, beden ve ruh yönüyle Cenab-ı Allah'ın, Hâlik ismi tecellisi iledir. Cenab-ı Allah, Hayyûm ve Kayyûm, yaşatan ve ayakta tutan sıfatlarıyla, ruhi insanîyeyi böylece yaşatıyor. Ruhun sırrı hafîdır. Ruh,  tasfiye edilir.,fenâ fillâha ulaşır, yani mâsivayı terkederse aslına rücû eder, aslına dönmüş olur. İşte seyri süluk da budur, temiz olarak verilen emaneti aynı sâfiyetle iade eder.