Malûm, insanın vücudunda Allah'ı bilmek için Sultanî bir kalb vardır. Bu kalb, yönünü çevirdiği taraftaki olup bitenlere vâkıftır. Kalben vâkıf olduğu bilgiler, böylece kalbte tecelli eder, görünür. Öyleyse kalbimizi Allah'a döndürmeliyiz. Bu vesile ile kalbte zikir, fikir hasıl olsun. Hasıl olan bu zikir ve fikir sayesinde insan, kalbini hayâlden, vehimden, vesveseden her türlü şek ve şüpheden temizlesin. Biliniz ki halka yönelen kalb Allah'tan uzaklaşır. Hakka yönelen kalbte ise ilâhî bir pencere açılır ve o pencereden ilâhî feyzin güneşi kalbe akseder. Kalbinde böyle bir pencere açılan kişide, Şark'ta ve Garb'ta nerde olursa olsun, zerreleri hissetme vasfı izn-i ilâhi ile zuhûr eder. Meselâ; bir ev yapsanız o evin penceresi olmazsa güneş ışınları o eve giremez. Siz bu evin kapısını da kapatsanız, içeride yaşayanlar için hayat çekilmez olur.Aynen bunun gibi insanın kalbi de beden hanesinin içindedir. Siz bu kalbe ilâhî bir pencere açmaz iseniz, bedenin Sultanı olan kalb, sağ veziri durumunda bulunan Akl-ı Selim ile sol veziri durumunda bulunan nefs-i mülhime ile beraber zikirsizlikten öleceklerdir. Eğer ki kalbte pencere açılırsa Cenab-ı Hakk'kın feyzinden behremed olur. Değilse ilâhî feyzden mahrum kalır.
Kalb-i insânî dediğimiz yürek, et parçası değildir. Hadis-i Şerif'te et parçası denmesi mecâzidir. Hakikatte kalb et parçasın dan başkasıdır. Kalbe yürek demek ilmî bir hatâdır. Çünkü o et parçası hayvanlarda da vardır. Kalb dediğimiz ise, rûhani yüreğe bağlı bir Hakikât-ı Câmia'dır. Evsaf ve Şuunât-ı Rabbânî ile, ahvâli Ruhânî ve kevni(yaratılışa ait) aralarında toplayıcı câmi' bir hakikattır.
(Şuunat)Et parçası onun aynasıdır. Yani yürek, ruhun ve kalbin aynasıdır. Zuhûr mertebesine göre, aks itibarıyla yürek ayna, kalb ise ondan başkasıdır. Bütün güzel ahlâkı, kemâlâtı toplayıcı bir menşeidir. Aslında insanda tedbir edici ruhun aynası kalb ve kalbin aynası o yürektir. Bundan mütevellit bazı meşayıh kalb yürekte buhar şeklinde zuhur eder demişler. Bazıları ise cismi lâtiftir demişler. Her nasıl olursa olsun bahsettiğimiz kalb Allah-û Teâlâ'nin tecelliyesine mahaldir. Vasıtası ruh-i hayvâni'dir, âleti akl-ı selîm'dir. İnsanın vücudunda bulunan sol memenin altındaki yürek, o kalbin yuvasıdır. Kuş ayrıdır, kuşun yuvası ayrıdır. Nasıl bir nehrin önüne sed çekilse o sed dağılıp giden nehri önler. İşte nefis kalbin önünde bir tabiî sed'dir. Bu vesileyle kalbi istitad ve kuvvetten düşürür. O da dünya lezzetlerine dalarak pek çok parçalara bölünür. Dolayısıyla yüzünü dünyaya çevirir, o zaman Alem-i emir'deki yüzü de maddi âleme çevrilir. Nihayet darmadağınık olur. İnsanın ilk vazifesi, kalbinin bu halini tedavi etmektir. Kalbi esas maksadından ne ayırmışsa onları kalpten çıkarmakla, kalb huzur bulur. Biz kalbimizden nefsâni, şehvânî ve her türlü vesveseyi temizlersek, kalb metin bir kabiliyet bulur. Böylece semeresi çoğalır, bunu nazarı itibara alarak, kalbi tasfiye etmek vâcibtir, denilir. Kalbin parlak yüzü günahlardan temizlendiği an, hakikatlar ona akseder. İnsanın kalbi iki yüzlüdür. Bir yüzü halk âlemine diğer yüzü emir alemine bakar.İnsanın kalbi terakki eder. Nasıl ki arşı azam Cenab-ı Hakkın bütün sıfatlarına mazhar olup kuşattığı gibi insanın kalbi de tıpkı arş gibidir. Cenab- Hakkin sıfatlanımı (istiva) kuşatır. Kalp aynı zamanda ruhaniyet ile alış verişe müsait olup, nazargahı ilahidir. Şöyle ki kainatın yaratılışında arşin fonksiyonu neyse beden aleminde de kalbin fonksiyonu odur. Zira arş mana alemiyle madde alemi arasında bir köprü vazifesini görür. Emir âleminden gelen manevi tecelliyat arşa iner, arştan madde alemine zuhür eder. Işte beden dünyasında da, beden kainatında da kalb, bu derece mühimdir. Ruhtan aldığı manevi zevki,iştiyaki, bütün tecelliyatı bedenin diğer aksamına yöneltir ve yönetir. Bütün azalar bir saç, bir tırnak dahi manevi hissini bu şekilde alır. Aynı vaziyet zıddıyla da kaimdir. Meselâ; harama bakan gözün kiri kalbe gider. Bütün âzânın haram ve zulumattan doğan kiri kalbe gider. Eğer kalb zikirsiz olursa, bu zulûmatı üstünden atamazsa âzâlara mânevi feyzin gelmesi kesilir. Bunun için büyükler demişler ki; Allah'tan bir an gaflette bulunmanın kalbe çok zararı vardır. İşte mürşidi izan bunun üzerinde durmuşlar. Kalb temizliğine önem vermişlerdir. İnsan vücudunda bulunan yürek, bahsi geçen kalbin mahalli makâmıdır. Sırrın terbiyesi de ona bağlıdır. Çünkü sır kalbin nûrudur. Nitekim bazı Nakşibendiler şöyle derler: Günah ve isyandan kalbin yüzü kararırsa, onun perişanlığından varlığı ve yokluğu aynı seviyede olur. Kalbi tefrikalara bölmemek vâcibtir. Şairlerin şiirlerine konu ettikleri ayrılık hasreti, kalbin dağılmasından ibarettir . Şah-ı Hazne (K.S.) bize şöyle sohbet etti: Sol memenin altında olan maddi yürek içinde ruhânî ve lâtif bir cisim olan kalbi insanî vardır. Yürek ona yuva gibidir. Yüreğin dışında kafes gibi buhar şeklinde nefs vardır. Kalbte yetmiş küsur şube vardır. Nefis her bir başıyla bir şubeyi işgal etmektedir. Kalb kuvvet bulursa zikrin hararetinden nefs başlarını geriye çeker. Kalbte şayet zikir yok ise oraya nefs hücum eder. Nitekim nefsin bir ismi de Hannas'tır. Nas sûresindeki «Hannâs» kelimesini tahlil edin, «Hannâs» insanın içini değil, nâs içini işgal eden bir lâtifedir. Kalbinizi dışta ehl-i fisk'tan gelen, içte ise nefs ve şeytandan gelen umum telkinlere sarfı nazar etmek ve kalbten zikretmekle kalb kuvvet bulur. Kalbin gıdası Allah'ı zikirdir. Nefsin gıdası ise yemek, içmek, giymek... vs. dir.
Dilinizi ona yardımcı kılınız. Her ne kadar Imam-ı Gazali, gaflette zikir merduttur, demişse de bazı ulema da gaflette zikir etmek, zikirsiz gafletten daha iyidir, demiştir. Biz bu sözü tercih ediyoruz. Kalbi zikir gafleti yok eder. Molla Câmi'de şöyle diyor: Zikri lisani kıyamette tartılır, faydasız değildir. Şah-ı Nakşibend (K.S.)'den evvel Nakşibendiler yalnız iken gizli, toplu iken cehren zikrederlerdi. Halbuki yalnız iken dil ile zikir, hafi zikre dahildir. Hülâsâ, riyadan ârî başkalarına göstermeksizin zikir mutlak evlâdır, demiştir. Bakınız Hikemi Ataiye'de şöyle denilmiştir: Gel ey Hak'ka isyan eden, muhabbet lâfini terket Ki naşa yeste afalin bu davâyı kılur batıl O dur bil âşıkı sadık, ne kim emretse mâşûki Tutar canı gibi, olur mu bir nefes atıl. Sabah ve ikindiden sonra her gün birer saat virdle meşgul olmak. Günün diğer vakitlerinde ise iaşeyi kazanmak için uğraşmak insanın kalbinin açılmasına vesîledir. Bakınız kalb tecelligâhı ilâhiyedir. O işe çok gayretlidir. Kulunun kalbinde Allah kendisinden gayrısını kabul etmez.
Allah Teâlâ her insanın ve her hayvanın rızkını ezelde takdir edip ayırmıştır. İnsanların ve hayvanların ecelleri ve nefeslerinin sayısı belli olduğu gibi her bedenin ve ruhunun rızkı da bellidir. Rızık hiç değişmez. Azalmaz ve çoğalmaz. Kimse kimsenin rızkını yiyemez. Kimse kendi rızkını yiyip bitirmeden ölmez. O zaman bir müminin işlerine tedbir ve tevekküle yaklaşması lazımdır.
Rabbü'l-âlemin mahzun kalplere rahmet eder. Mahzun gönülleri çok sever. Çünkü mahzun kalplerin huzur bulması, ancak Allah Teala'nın merhamet etmesi ile rahatlar. O zaman yüce Allah'ın nazargâhı olan kalpler de yücelir, ilâhî sevgi ile dolar. Bu, kalbe Allah zikrinin yerleşmesidir. Ama dünya sevgisi ile dolu olan kalpler, Allah'tan gafildir. Kişi ne kadar mahzun olur ve Allah'a muhtaç olduğunu idrak ederse, o kadar Allah katında değerli görülür.
Kalbin temizliği ancak Allah Teâlâ'nın hoşnut olacağı amelleri işlemekle olur. Allah'ın haram kıldığını işleyen kalp nasıl tertemiz olabilir? Bilakis böyle kimselerin kalpleri günah kirleriyle dolu olur. Fakat paslı bir kabı, kalayın temizlediği ve parlattığı gibi, günahlardan dolayı kararan ve kirlenen kalpleri de Allah'ın zikri temizleyebilir.