Menzil sakinlerinden biri anlatıyor:
"Bir gün Seyyid Abdülhakim el-Hüseyni'nin köyünde idim. Yeni vird almıştım. Seyyid Abdülhakîm el-Hüseyni'nin yanındaydım. Seyyid Abdülhakîm el-Hüseyni, bana dönüp 'Virdi niçin yanlış çekiyorsun?' dedi. Ben 'Hayır kurban, ben yanlış çekmiyorum, bana nasıl anlatıldıysa aynen çekiyorum. Belki bana talimat anlatan yanlış anlatmıştır." dedim. Seyyid Abdülhakîm el-Hüseynî, 'O zaman sen divana çık bekle; bir de ben gelip sana talimat anlatacağım.' dedi. Divana çıktım, minder ve yastıklardan ona bir yer hazırlayıp beklemeye başladım. Birkaç dakika sonra Seyyid Abdülhakim el-Hüseyni geldi. Hemen ayağa kalktım. Sonra beraberce oturduk. Seyyid Abdülhakîm el-Hüseynî, 'Bak, virdi böyle böyle çekip sonra şöyle virdden çıkacaksın.' dedi. Sonra bir defa da bana tekrarlattı ve kalkıp gitti. Çok şaşırmıştım. Çünkü gerçekten virdi yanlış çekiyormuşum. O an Seyyid Abdülhakîm el- Hüseynî'nin ne kadar büyük olduğunu bir kez daha anladım. Şöyle ki 'Nakşî zikri gizli bir zikirdir, gizli yapılan zikri melekler bile bilmez. Ama Seyyid Abdülhakîm el-Hüseynî bildi. Şu büyüklüğe bak...' diye hayretler içerisinde düşünüp kalakaldım."