"Bir gün yakın köylerden üç molla kendi aralarında; "Tasavvuf çok önemli bir iştir. Niçin Şeyh Abdülhakîm gidip cahillerin eline vekalet veriyor, bu cahil işi mi?' diye konuşuyorlardı. Kalkıp bunu Seyyid Abdülhakî a el-Hüseynî Hazretleri'ne söylemek için Kadir köyüne gidiyorlar. Onu eleştirmek için Seyyid Abdülhakim el-Hüseynî'nin yanına varıyorlar. Daha onlar konuşmadan Seyyid Abdülhakîm el-Hüseynî Hazretleri 'Hoş geldiniz.'deyip hal-hatır soruyor ve onların konuşmasına fırsat vermeden devam ediyor: "Nakşî tarîkatı, "Şeriat-ı Garra (İslam dini)'dan taviz vermeyen bir tarîkattır. Bu Nakşî tarîkatı Sâdât'ın dediği gibi kıyamete kadar devam edecektir. Çünkü Allahu Teâla ayet-i kerîme'de 'Bu zikri biz indirdik, koruyucuları da bizleriz.' buyuruyor. Şeriat-ı Garra' üzere olan bu tarîkat da kıyamete kadar gidecektir. Aslında, bu görevi alimlerin üstlenip onların yerine getirmesi gereklidir. Ama alimler bu işi yapmıyorlar. Yapmadıkları gibi yapanların da üstüne tepeden taş bırakıyorlar.' diyor. Yani 'Bu görev sizin görevinizdir. Görevinizi sizin yerinize başkaları yapıyor, siz de kalkıp onları taşlıyorsunuz." demek istediğini anlayan alimler, pişman olup Seyyid Abdülhakîm el-Hüseynî'ye intisap ediyorlar."