Bir gün eşkiyanın biri dağ başında yola durmuş. Yol kesecek. Orada bir kervan görmüş. Biraz da kalabalık. Eşkıya kervanı soymaya niyet etmiş. Velâkin kafile Gavs hazretlerinin kafilesi. Yani bizzat Gavs hazretleri var en önde. O zamanlar mübarek öyle binek sırtında köy köy gezip tebliğ ederdi, İslâm'ı, tasavvufu anlatırdı. Yine öyle çıkmış işte.
Gavs hazretleri eşkiyanın yanına gelince selâm verip geçmiş. Adamın elinde de silah varmış ama kılını kıpırdatamamış. Nutku tutulmuş. Sersemlemiş biraz. Sonra arkadan gelen sûfilere sormuş, “Bu kimdir?" diye. Demişler, "Gavs'tır." Adam bilmiyor tabii Gavs nedir. Sûfîler anlatmış orada. Sâdâtı anlatmışlar, tövbeyi anlatmışlar. Bu eşkıya arkadaş, "Ben de tövbe istesem verir mi?" demiş sûfîlere.
"Hiç durma koş" deyince bu, mübareğin yanında almış soluğu. Gavs hazretleri bineğini durdurmuş, inmiş.
Adam tüfeğini uzatmış mübareğe. "Bu sizin olsun, bana tövbe verin” demiş.
Gavs hazretleri tebessüm etmiş, "Sen onu sat, parasını da çocuklarına ver. Biz senden karşılık istemeyiz."
"Peki demiş, ben sizle tövbe etsem Allah beni affeder mi?"
"İhlâsla edersen Allah affeder" buyurmuş mübarek.
O eşkıya arkadaş orada tövbe almış, sûfî olmuş. Tüfeği, yol kesmeyi, her şeyi bırakmış.