Ben de, "Bir şartla intisap ederim: Ağalığımı bırakmam, tüfeğimi bırakmam, atımdan inmem. Gavs bu dediklerimi kabul eder mi?" diye sordum.
"Onların hepsi Gavs hazretlerine ait işlerdir, o bilir" diye cevap verdi. Madem o bilir, o zaman ona gitmek lazımdır değil mi? Böylece bizim Kasrik'e gitmemiz icap etti.
Ve gittik Gavs hazretlerine. Söyledim bütün şartlarımı, dedim ki: "Ne silahımı ne tüfeğimi ne de çizmelerimi yanımdan eksik etmem."
Gavs hazretleri sanki ben başka şey demişim gibi bana birini anlatmaya başladı. Musa Bey diye bir adamdan bahsetti.
Zamanında çok zorba biriymiş Musa Bey, kimse ona dokunamıyormuş. Çok düşmanları varmış. Birgün Hazret'in [kuddise Sirruhû] yanına gitmiş bu Musa Bey. Hazret, Muhammed Diyâüddin hazretleridir. Musa Bey, Hazret'in dergâhında tövbe etmiş. "Bir daha silah kullanmayacağım" demiş. "Kan dökmeyeceğim" demiş.
Dönüşte bir vadiden geçerken bir bakmış ki düşmanları onu bekliyorlar, yolunu kesmişler. O da silahsızmış işte. Karşı taraf silahlarını çekmiş, bakmışlar Musa Bey kıpırdamıyor. Tam ateş edecekler, süngülerinin düştüğünü görmüşler. Tekrar ateş edecekler yine aynı âkibet... Sormuşlar: "Sen gayb ilminin âlimi misin ki sana ateş edecekken silahımızdan süngümüz düşmekte?"
Musa Bey, "Ben Hazret'in dergâhından geliyorum" demiş. O öyle söyleyince bütün silahlar inmiş. Orada kan dökülmemiş. Oradaki kim var kim yok hepsi geri dönüp Hazret'in [kuddise Sırruhů] dergâhına gitmişler.
Gavs hazretleri bana bunu anlattı. Dinlerken hissettim ki mübarek bana bir şey söylemek istiyor. Benim de başıma her halde böyle bir şey gelecek. Orada tövbe aldım ben. Allah biliyor ki aynı o şekilde başıma geldi. O adamlar bana orada hiçbir şey yapmadan gittiler kurban. Ben de Gavs hazretlerinin büyüklüğüne ilk orada böyle yakînen şahit oldum .