Mübarek (Gavsı Kasrevi k.s.) bizi odasına çağırdı. Gittik, ilk önce saadetli ellerinden öptük. Bize gitmemiz için müsaade verdi. Biz tam kapıdan çıkacakken, "Mehmet, tekkenin kapısından çık. Aşağıya düz olarak inme. Sağ tarafa git, bir değirmen göreceksin. Değirmende bekle. Sonra yola doğru biraz yürüyeceksiniz. Orada biraz bekleyin, kırmızı renkli bir kamyon gelecek. Üstünde benzin bidonları yüklü onun. O Kurtalan'a gidiyor. Rica etseniz sizi de götürür" dedi.
Gavsımız böyle deyince biz de tekkeden çıktık. Bir baktık şiddetli bir yağmur yağışı var. Hemen değirmene sığındık. Orada biraz yağmurun dinmesini bekledik. Bu sırada ben arkadaşıma, "Bu nasıl bir keramet-i âliyedir, gelecek olan kırmızı renkli kamyonu nereden biliyor? Üstüne üstlük, üstünde benzin bidonları var diyor. İşte şeyh dediğin böyle olur" dedim.
Bir süre sonra yağmur dinince biz de değirmenden çıktık. Bizi kamyonu beklememiz gereken yere değirmendeki bir sûfi götürdü. Tahminen bir 500-600 metre yol yürüdük. Oraya yürürken o 500-600 metrede beni bir kuruntu sardı ama. "Acaba ya kamyon kırmızı renkte değilse, ya üstünde benzin bidonları yoksa?" Teslim olmayanın kalbi böyle vesveseye müsait olur. Şimdi az önce kendim methettim ya, o sözler geri gelip beni vurmaya çalışıyor. Allah'ın lutfuyla çok geçmeden nihayet yola vardık. Yolun kenarında bir süre bekledikten sonra kırmızı renkli bir kamyon geldi. Bir baktım arkasında benzin bidonları var. Şoföre, "Kurban biz Kurtalan'a gidiyoruz. Trenle İstanbul'a gideceğiz. Lütfederseniz sizinle beraber gelelim" dedim. Şoför hayhay, dedi. Üç beş kuruş da bir paraya anlaştık. Böylece gitmiş olduk Kurtalan'a.